Fransa’da yaşayan göçmenlerin hikâyesi olan film ilk
sahnelerinde izleyeni içine alan çekim tekniği ve kararlılığıyla günümüze ait
kayda değer bir şeyleri anlatacağının izlenimini verir. Biçimsel olarak yakın
çekim ve sabit olmayan pan hareketleriyle belgesel ve televizyon estetiğini
kullanan film kısa bir zamanı anlattığını da göz önünde bulundurursak yönetmen
(Dardenne kardeşler) kendisini adeta samimiyet köşesine sıkıştırır.
Manipülasyon yapma ihtimalinin olmadığını adeta filmin açılış sahnelerinde
bağırır. Fakat film aksiyonu, hareketi
ve tempoyu sahnede ve bezemde hep yüksek tutar.
Hikâyede buna uygun karakterler seçilmiştir. Önünden akan gerçeklik
düzlemi karşısında izleyenin düşünmeye vakti yoktur. Genç hareketli yakışıklı
feminen Igor karakteri özdeşleşmeden kaçma imkânını elinden alır izleyenin. Karakterlerde
modern hayatın gereksiz hızına uymak için can atarlar başka şansları yoktur
çünkü ahlaki değerlerden yoksundurlar. Para kazanmak ve kendi konforlarını
sağlamaktan başka düşünceleri yoktur. Igor’un babası döverek moralini bozduğu
çocuğunun kalbini kazanmak için onu bir karaoke bara götürür ve annesi yaşında
kadınla (muhtemelen hayat kadını) yatması için ortam hazırlar. Jacques Lacan’ın
teorisi simgesel babanın sözel güveni (karaoke bar, beraber şarkı söylemek) ile
oğulun cinsel ilişkiye girme engelinin ortadan kalkmasına neden olur ve ilişki
simgesel alanda gerçekleşir ve hareketli imaja gerek kalmaz. Birçok büyük
filmde olduğu gibi La promesse filmide içeriğinde yeni bir şeyler olduğu
algısını filmin ortasında merkezinde verir. Cinsel ilişkinin gösterilmemesi ve seçilen
yol otorite hakkında bir film olduğu algısı yaratır. Igor ve Roger’in bu tutumu
kaçak işçi kontrollerini de yarı meşru konuma sokar. Belçika devletinin otoritesinin uzantısı olan
bu uygulama usulsüzlüğün zararlarından sorumlu tutulmama duyarlılığı
sergileniyormuş gibi görünür filmin retoriği nedeniyle. Dardenne kardeşler zor
durumda kalan Afrikalı ailenin sıkıntısının zor durumda kalmasının korunacak
durumda olmamasının nedenini insanlık tarihiyle hemen hemen yaşıt olan kıta
metafiziği olarak sunar filmde. Ben-merkezli düşünceyi savunma mekanizması olan
bu anlayış geri bırakmıştır halkını. Assita’nın kocasının yakınlarda olması
yeterlidir ölü olup olmadığı önemli değildir ona göre. Film ilk bakışta modernliğin altındaki
canavarı ortaya çıkardığı gözükse de Afrika kadınını teslim alır geleneğini
suçlar bu durumun sorumlusu olarak. Son sahnede yönünü değiştirmesine neden
olur. Kaçış yoktur artık kutsal bir dünyada yaşamıyoruzdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder