5 Aralık 2013 Perşembe

La Promese





Fransa’da yaşayan göçmenlerin hikâyesi olan film ilk sahnelerinde izleyeni içine alan çekim tekniği ve kararlılığıyla günümüze ait kayda değer bir şeyleri anlatacağının izlenimini verir. Biçimsel olarak yakın çekim ve sabit olmayan pan hareketleriyle belgesel ve televizyon estetiğini kullanan film kısa bir zamanı anlattığını da göz önünde bulundurursak yönetmen (Dardenne kardeşler) kendisini adeta samimiyet köşesine sıkıştırır. Manipülasyon yapma ihtimalinin olmadığını adeta filmin açılış sahnelerinde bağırır.  Fakat film aksiyonu, hareketi ve tempoyu sahnede ve bezemde hep yüksek tutar.  Hikâyede buna uygun karakterler seçilmiştir. Önünden akan gerçeklik düzlemi karşısında izleyenin düşünmeye vakti yoktur. Genç hareketli yakışıklı feminen Igor karakteri özdeşleşmeden kaçma imkânını elinden alır izleyenin. Karakterlerde modern hayatın gereksiz hızına uymak için can atarlar başka şansları yoktur çünkü ahlaki değerlerden yoksundurlar. Para kazanmak ve kendi konforlarını sağlamaktan başka düşünceleri yoktur. Igor’un babası döverek moralini bozduğu çocuğunun kalbini kazanmak için onu bir karaoke bara götürür ve annesi yaşında kadınla (muhtemelen hayat kadını) yatması için ortam hazırlar. Jacques Lacan’ın teorisi simgesel babanın sözel güveni (karaoke bar, beraber şarkı söylemek) ile oğulun cinsel ilişkiye girme engelinin ortadan kalkmasına neden olur ve ilişki simgesel alanda gerçekleşir ve hareketli imaja gerek kalmaz. Birçok büyük filmde olduğu gibi La promesse filmide içeriğinde yeni bir şeyler olduğu algısını filmin ortasında merkezinde verir. Cinsel ilişkinin gösterilmemesi ve seçilen yol otorite hakkında bir film olduğu algısı yaratır. Igor ve Roger’in bu tutumu kaçak işçi kontrollerini de yarı meşru konuma sokar.  Belçika devletinin otoritesinin uzantısı olan bu uygulama usulsüzlüğün zararlarından sorumlu tutulmama duyarlılığı sergileniyormuş gibi görünür filmin retoriği nedeniyle. Dardenne kardeşler zor durumda kalan Afrikalı ailenin sıkıntısının zor durumda kalmasının korunacak durumda olmamasının nedenini insanlık tarihiyle hemen hemen yaşıt olan kıta metafiziği olarak sunar filmde. Ben-merkezli düşünceyi savunma mekanizması olan bu anlayış geri bırakmıştır halkını. Assita’nın kocasının yakınlarda olması yeterlidir ölü olup olmadığı önemli değildir ona göre.  Film ilk bakışta modernliğin altındaki canavarı ortaya çıkardığı gözükse de Afrika kadınını teslim alır geleneğini suçlar bu durumun sorumlusu olarak. Son sahnede yönünü değiştirmesine neden olur. Kaçış yoktur artık kutsal bir dünyada yaşamıyoruzdur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder